Fotoğraf: Elmedina Arapi/DokuFest

Alba, DokuFest’e gönüllü olarak başladın, bugün ise Festivalin prodüktörüsün DokuFest ve gönüllülük arasında bir bağdan başlayalım.

Benim başladığım dönemde her nesil gibi çok heyecanlı hissederdik. Çok önemli bir öncelikti. Bir sınava kabul olmak gibiydi. Eş dosttan yardım edecek birilerini bulmak için uğraşırdık. Çok büyük bir heryecanı vardı. Zira hem kendimiz için hem de yaşadığımız şehir için bir şey yapmaya çalışırdık, bir de yeni insanlarla tanışıp yeni arkadaşlıklar ve yeni çevreler edinmek işin cabası. 

6, 7 ve 8’nci edisyonlarında Lumbardhi’nin sinema binasında çalışırdık. Sabahın erken saatlerinde gidip orayı temizlerdik. O zaman daha Lumbardhi vakfı kurulmamıştı. Bizim bütün heyecanımız binanın kurtarılmasına odaklıydı. Orada karanlıkta çalışıp hiç görmediğimiz yeni yüzlere, Prizren dışından gelenlere bilet keserdik. Ve bir dönem şehrin birçok noktasında, insanları Lumbardhi için imzaya çağırdık. Biz o kadar gönül vermiştik ki, zamanın koordinatörü Hajrulla Çeku (Kültür,Gençlik ve Spor Bakanı), “Lumbardhi bizimdir, yıkılmasına müsade edemeyiz, mutlaka orayı kurtarmalıyız” dediğinde, iş makinalarının gelme ihtimaline karşı binaya zincirlerle bağlanacağımızı düşünmeye başlamıştık. 

Fotoğraf: DokuFest

Aktivizmi DokuFest öğretti. Okulda veya ailede bunu öğrenemezdik. Grup olarak hakkmızı koruyabilmeyi; başka insanlarla birlikte şehir için, kendimiz için neyi, nasıl yapabileceğimizi ve nasıl mücadele edeceğimizi Dokufest öğretti. Yani DokuFest’in her sene 100-150 gönüllüsü var. Ve salt festival süresi haricinde etki olarak bir topluluğun kurulmasına sebep oldu. Bugün Dokufest Avrupa’da en fazla gönüllü barındıran festivaller arasındadır. 

Dokufest’in onuncu edisyonu öncesinde, tatil dönüşü bir virüs kapmıştım ve çok hastaydım. Bir ay kadar iyileşememiştim. Çok kötü hissediyordum çünkü herkes oradaydı ve ben katılamıyordum. Birgün serum aldıktan sonra bir bisküvi kapıp, Lumbardhi sinemasında film izlemeye koşmuştum. O gün film izlerken 10 sene sonra festivalin prodüktörü olarak sahnede ödül vereceğimi hiç düşünmezdim.

Fotoğraf: DokuFest

Gönüllülük döneminden bahsettik. Peki gönüllü olarak çalıştığın dönem ve festivalin prodüktörü olarak bugünden bakacak olursan, her iki perspektiften DokuFest’i anlatabilir misin?

Söylemesi ayıp ama çok çok iyi! Bugün, bazen o gönüllülük ve asistanlık dönemlerinde tanıştığımız insanlarla, bazen de farklı insanlarla çalışıyoruz. Ama DokuFest’in bir aktivizm ruhu olduğunu söyleyebilirim. Festivalin o zamanını ve bugünü kıyaslarken festivalin büyüdüğünü, geliştiğini söylemezsem olmaz. Ekibimizde benim gibi gönüllü olarak başlayıp, bugün festivalde çalışan ve daha da eskilerden gelenler var. Tabi kastettiğim kurucu ekip değil, ikinci jenerasyon. Ben yaklaşık 8 yıldır çalıyorum ama 10 sene ve daha uzun zamandır çalışanlar var. Görüyoruz ki son edisyonlarda da daha kontollü çalışmaya başladık.  Yaşanan sorunlar hep benzerdir, genellikle destek sorunları… fakat organizasyon sağlam bir temele oturmuş durumda. Film gösterimlerimizin büyük bir kısmı açık havada oluyor biliyorsun, dolayısıyla örneğimi buradan veriyorum; hava mı bozdu, alternatiflerimizi önceden planlamış oluyoruz. Artık çok daha profesyoneliz. Başta bahsettiğim festivalin büyüdüğü gerçeğini de tekrardan vurgulamak istiyorum. 

Fotoğraf: DokuFest

Eroll Bilibani’yle yaptığım röportajda, bilgi aktarımının DokuFest’in çok önemli bir parçası olduğunu söylemişti. Bilgi aktarımı noktasında ne söylemek istersin?

Rahatlıkla söyleyebilirim ki festival ve organizasyonun etkisinin büyümesini ve yeni bir boyut alabilmesini sağlayan en önemli faktör, ekibin çalışmalarıyla birlikte, bilginin aktarımıdır. Bizde bilgi aktarımı nasıl çalışıldığı ile sınırlı kalmaz, DokuFest’in verdiği mesaja, felsefesine uyum sağlamak da bilgi aktarımının önemli bir parçasıdır. Sinema olmayan bir şehirde kurulan bir film festivalinin, şimdi birçok farklı katmanda ektisi bariz. Dokuz günlük bir festivalin ötesinde başka katmanlarda ve farklı belediyelerde programlar geliştirildi. Bazı projeler de bölgedeki diğer bazı kuruluşlara örnek olmuş vaziyette. 

Bilginin aktarımından bahsettik, fakat senin ilk senende pandemi çıkageldi. Nasıl bir deneyimdi?

Kişisel deneyimimi anlatabilirim. Nita (Deda) 18’nci edisyonu tamamladı ve 2019 yılının aralık ayında bu pozisyonu ben devraldım. Göreve gelmemle birlikte bir sonraki edisyon için rota çizmeye başladık. Tanışmak maksadıyla, Linda  (Lula) ile birlikte mart ayına kadar ziyaretler gerçekleştirdik, insanlarla görüştük. Ancak ayın sonuna doğru, bir anda kimsenin iki hafta sonrasını tahmin edemediği bir noktaya geldik. O haftalar zamanla aylara dönüştü. Zoom toplantılarına başladık. DokuFest’in atmosferi belli. Farklı bölgelerden insanlar o atmosfer için gelir ve şehir neredeyse 24 saat uyumaz. Hiçbirimiz bu atmosferi çevrimiçine nasıl dönüştürebileceğimizi bilmiyorduk. Avrupa’da başka örnekleri vardı ama bunun yaşadığımız kültürle de alakası var. Kaç kişi bilgisayarının başında oturup, film izleyecek diye büyük bir stres yaşadık. Kimse çevrimiçi edisyon için içimizi rahatlatacak bir garanti veremiyordu. Araştırmaya koyulduk. Xhaxhi (Veton Nurkollari) diğer festivalleri araştırmaya girişti. Zoom görüşmeleri gerçekleştirdik. Herkes deneyimlerini paylaşmaya başladı. Ancak birkaç gün içinde festivali çevrimiçiye taşımak zorunda olan festivaller de vardı. Bizim durumumuz onlara nazaran daha iyidi, zamanımız vardı. 

Peki seneçenkler arasında iptal var mıydı?

Bunu aktivizme bağlayabiliriz. Zira kıyamet kopsa da biz o festivali düzenlerdik. İptal bir seçenek bile değildi. Ya yapacaktık ya da yapacaktık! O sene ofiste 25 kişi ve sadece 4 gönüllüyle birlikte çalıştık. Ve o yıl herhalde 18 yıl sonra ekibin bir arada çalışabildiği bir festival dönemi yaşadık. Çünkü önceki yıllardaki festival zamanlarında ekip bir araya gelemezdi. Herkesin farklı sorumlulukları var. İşin sonunda da eve gidip uyumayı dört gözle beklerdik. Takım kurma ortamı oluştu ve festivali yaklaşık 150 filmle birlikte 21 güne çıkardık. Bu bizim için zorlu bir süreçti, çüknü anlayış değişti ve sponsorların destek olabilmeleri içi, durum onları tatmin etmiyordu. Sadece 25 kişilik ekiple 21 günlük bir festival düzenledik. 4000’den fazla seyirci katıldı. Bu arada müzik performansları da çevrimiçi devam etti. Böylece çok büyük bir başarıyla sürdürdük. İzleyici olarak katılmak isteyen çok insan vardı, fakat Kosova’nın bir IP adresi olmadığı için büyük bir problem yaşadık. IP sorunu bugün de var ve bu konuda ciddi bir çalışma göremiyorum. Dünya dijitale doğru ilerlerken biz hala absürt sorunlarla uğraşıyoruz… 

Filmlerin bir kısmı kafelerde de yayınlandı, bu fikir nasıl gelişti?

İki tarafın da ortak isteğiydi. Uzun bir süre karantinadaydık, havalar çok sıcaktı ve sinemalar kapalıydı. Bu süreçte ve bu sıcakta insanların evine kapanıp film izleyebileceğini pek düşünmüyorduk. Bu nedenle performans ve kısa filmlerin kafelerde de yayınlanmasını fikri ortaya çıktı. Kafelerde uzun metraj filmlerin izlenebileceğine de pek ihtimal vermiyorduk, bu yüzden kafelerde kısa metraj filmler yayınlandı. Çünkü zaten 21:00’da eve dönülmesi gerekiyordu. Dolayısıyla ‘Destill’, ‘BarAca’ ve ‘Minimale’ gibi uygun ortamlarda gösterimler düzenleyerek, kafelerin de daha fazla dolmasını düşündük. Öyle de oldu, insanlar kafelere gidip film izliyordu. 

Fotoğraf: DokuFest

20’nci yıla gelelim. DokuFest’in yirminci senesi, Kosova’nın bir anlamda en başarılı olduğu yıla denk geldi. Bu konuda ne söylemek istersin. DokuFest ve Kosova sinemasının bu başarısı arasında bir bağ kurabilir miyiz?

Pa Vend, Samir’le (Samir Karahoda) beraber bütün DokuFest ekibinin çalıştığı bir iş oldu. Leart ise ‘Future is here’ programımızın eski öğrencilerinden. Bizden çıkma diyebiliriz. Leart, DokuFest’in videolarını hazırlar, tam da festival döneminde de Leart’ın filmi Locarno’da gösterildi. 20’nci edisyon, pandemi önlemlerinin biraz hafiflemesi beraberinde  DokuFest’in özlenen atmosferini de geri getirdi. İnsanlar bu atmosferi özlemişti.  Kosova sinemasının uluslararası alanda başarı gösterdiği yıla da denk geldi. İmkanları dahilinde  DokuFest’in bu başarıda payı olduğunu söyleyebilirim. Öte yandan QKK’nın stratejisi daha destek odaklı olarak değişmeye başladı. Akademi’nin ise farklı bir felsefesi var. Bugüne kadar ‘masterclass’ ve ‘workshop’ programlarımız için gelen çok sayıda misafirimiz oldu. İnsanlar; film nasıl çekilir, kurgu nasıl yapılır, hikaye nasıl anlatılır, prodüksiyon nasıl yapılır gibi alanlarda bilgi sahibi oldu. Ana öğretmen olarak Blerta Zeqiri ile işbirliğimiz vardı. Bütün bu eğitimler, derslerle kazanılan ilk deneyimleri de göz önünde bulundurduğumuzda DokuFest’in,  Kosova sinemasına önemli bir katkısı olduğunu söyleyebilirim. Biz hala kapalı bir toplumuz, hala Arnavutluk’a dahi gidememiş gençlerimiz vardır muhakkak. Tabi vize gibi daha birçok faktörü sayabilirim. Dolayısıyla Ron Haviv ve ister sinema olsun ister fotoğraf alanından olsun pek çok ismin buraya gelmiş olması çok önemli. Belki Ron Haviv’i herkes biliyordu, belki de adını ilk kez festival döneminde duyanlar oldu. Fakat Ron Haviv’i ilk kez canlı görmek, aklımıza kazınan o fotoğrafların hikayesini birinci ağızdan dinleyebilmek oldukça mühimdir.

Fotoğraf: DokuFest

Alba DokuNights a gelelim istersen. Pandemi döneminde önlemlerle birlikte online platformlara taşındı, geçen sene yine farklı bir konseptte gördük. Biraz da DokuNights a değinelim. 

Benim bildiğim, ilk başlardaki edisyonlara gelen insanların, gösterimlerden sonra eğlenebilecekleri, zaman geçirebilecekleri küçük partiler düzenlemek amacıyla başladı. Zira bugün bile Prizren’in gece hayatının olduğunu söyleyemeyiz. Küçük partilerden doğan DokuNights mahalelere yayıldı. Sonra da mahalelerden ‘Mullini’ye taşındı.

Eda Zari konserini hatırlarım. Bilet bulmakta zorlanıyorduk. Mesela kafelerin kapasitesi Eda Zari gibi bir ismi ağırlamaya yetmez. Veya benzer başka isimleri getiremez. DokuNights’ın büyüyüp film festivalinin içinde yeni bir müzik festival gibi olması Nita’nın (Deda) muazzam bir uğraşıydı. 18’nci edisyona kadar DokuFest’in amacı başka yerlerde gidip dinleyemediğimiz sanatçıları buraya getirmek ve Prizren’de sabaha kadar müzik performanslarının sergilenmesiydi. Bu yine aktivizm fikrine bağlanır. DokuNights’tan önce ‘Ngom’ veya ‘Sunny Hill’ gibi eğlence türü müzik festivalleri yoktu. Elektronik müzik dediğimizde aklımıza Priştine gelir. Ama yazın, DokuFest döneminde elektronik müzik Prizren’e taşınır. Bugüne kadar çok başarılı dj’ler katıldı.
19. edisyonda ise performansları çevrimiçine taşıdık. Ücretsizdi ve çok sayıda seyirci vardı. 

Fotoğraf: DokuFest

20’nci senede ise DokuNights’ı düzenleyemedik. Gece saat birden sonra kısıtlamalar başlıyordu. Öte yandan, büyük bir dalganın ardından, sabaha kadar düzenlenen partileri gece 01:00 ile sınırlamak zordu. Dolayısıyla, DokuNights’ı SonicNight’s olarak modifiye ettik. Bunun sebeplerinden biri seyirci kısıtlamasıydı. Metre kare başına katılabilecek insan sayısı için Lumbardhi küçüktü, Andrra’da yapamadık zira konsepte uygun değildi. Biz de kaleyi tercih ettik. Bence çok iyi ve ünik performanslar sergilendi. Bu sene ise bir dilemma var. DokuNights mı yoksa SonicNights mı? Bu sene için çalışırken aslında pandemi önlemleri bunu düşünmemize önemli bir etken oldu. Öte yandan DokuNights artı 18’e, SonicNights a ise farklı kitlelere de hitap ediyor. Geçen sene ilk kez düzenlediğimiz SonicNights’a bebek arabalarıyla katılanlar da vardı, 70-80 yaşlarındaki insanların da katıldığını gördük.

DokuFest ekibi festival boyunca çok yoğun çalışıyor, bu yoğun tempoda DokuNights kafa dağıtmanız için bir ara oluyor mu?

Aramızdan Partilere kalan birkaç kişi olur, çoğu kez ben de katıldım. Başka yerde izleme fırsatımızın olmadığı konserler düzenleniyor. Ama o konsere gitmeden önce erkenden uyumaya çalışıp enerji toplardım. Çünkü genelde festival boyunca bütün ekip çok yorgun olur. O tempoda yemek yemeye veya uyumaya bile vakit bulmakta zorlanırız.

Kosova’daki teknik altyapı eksikliğini yaşıyor musunuz?

Çok önemli bir ismi getirmeye çalışmak ekonomik ve lojistik açılarından büyük bir problem yaratır. Kalede düzenlediğimiz konserlerde, alanın yüksekte olması ve esen rüzgarın zorluğunu yaşadık. Bildiğin üzere orada bir amfi tiyatro var ve gerçekten ortaya çok hoş bir görüntü çıkıyor. Fakat rüzgar başladığında sesi sahne arkasına taşıdığına gördük. Burada ekstra ekipmana, dolayısıyla ekstra maddi güce ihtiyaç doğuyor. Bir de kaledeki elektrik altyapısı, bazı performansların sergilenebilmesini kaldırmıyor. Prizren’de lojistik anlamda sorun var. Bir konser salonu bulunmuyor. Büyük konserleri kast etmiyorum. Mesela üç bin kişinin katılabileceği bir alanı yok. Zeminin zedelenme ihtimalinden dolayı şehir stadyumunu da kullanamayız. Kültür şehri, festivaller şehri diyoruz ama performanslar için hiçbir yatırım yok. 
İyi bir akustiğe sahip bir mekan yok. Nashec veya Bajram Curri’de olsa da insanlar katılır. Mesela Priştine’de diskotekler, milli tiyatro salonu ve konserlerin düzenlenebileceği açık hava mekanları vardır. Pekala başkant, ekonomi vesaire… ama Prizren tarımı, turizmi ve festivalleiyle ünlü. Biz Prizren’e kültür başkenti diyoruz fakat kasabanın bunu kaldırabilecek ne bir altyapısı var ne de yöneticilerin yatırım yapmaya ilgisi…

Fotoğraf: DokuFest

Turizme bakış açımız insanların, sadece birkaç müze gezip, köfte yemekle sınırlı kapmamalı. Bizim yaptığımız iş de turizmin önemli bir parçasıdır. Kuzey Makedonya’daki öğrencilik hayatımdan örnek vermem gerekirse, her hafta önemli bir dj, önemli bir ismin performansına katılırdık. Zira Üsküp’ün salonları ve altyapısı vardır. Düzenlenecek konserlere 5000 kişi katılsa, oteller, restoranlar da dolar ve bu şekilde şehrin ekonomisine de katkısı olur. Örnek olarak kış boyunca bir jazz festivali düzenlemek istesek, nerede düzenleyebileceğiz, bir soru işareti.

Alt yapı eksikliği var ama potansiyel de var. Bir galeri de yok. Seamus Murphy geldiğinde, ilk iş fotoğraflarının baskının kalitesiyle çok uğraştık sonrasında da sergileyebileceğimiz bir galeri yoktu. Şimdi ‘Shani Efendi Konağı’ var diyebiliriz belki ama yine de tam anlamıyla karşıladığını düşünmüyorum. Zira o bina inşa edilirken bir galeri olarak düşünülmemiş. Kaliteli içeriğe sahip bir etkinlik, araba park yeri gibi imkanların olması halinde dediğim gibi kültürel bir alanın Prizren merkezinde de olması şart değil. Bajram Curri’de de olabilir, insanlar katılır. Dhafer Youssef ve Deniz Özçelik’in performanslarına insanlar bebek arabalarıyle katılmıştı. Düşün ki kaleye çıkıyorlardı. Zira kaliteli bir içerik vardı ve insanımız buna aç. Bütün yıl boyunca pasif bir şekilde Bunarfest’le başlayacak festival dönemini bekliyoruz. Gönüllüler de yaz olsun, etkinlikler başlasın diye heyecanla bekliyor. Festival sonunda ekip ve gönüllülerin katılımıyla bir performans ölçümü yaparız. Bu sene gönüllülerimizin çoğu yeniydi belki ama hepsinin isteği,yıl boyunca şehirde daha fazla aktivite olması. Ufak programlar var aslında, Lumbardhi’nin yaptığ çok güzelı işler var, DokuKino’nun alternatif programları var ama neden daha fazla eğlenceli olmasın? Sinema da bir eğlencedir ama daha fazla alternatif sunabilmemiz gerekiyor. 

Prizren’in potansiyeli var.  Dolayısıyla dört mevsim kullanılabilecek bir alana zorunlu ihtiyacımız var. Yağmur yağar veya yağmaz, istersen derenin ortasında da bir etkinlik düzenleyebilirsin ama bu akustiği, lavabosu, araba park yeri gibi donanımlara sahip bir mekana ihtiyacımız olmadığı anlamına gelmemeli. Bununla birlikte Prizren’de prodüksiyon şirketleri kurulmaya başlar. Üsküp, Priştine veya Belgrad’tan iyi bir prodüksiyon aramak zorunda kalmayız. Ses mühendisliği gibi alanlarda İstihdam sağlanır. Ses mühendisliği, sahne tasarımı, ışık tasarımı gibi birçok alanda insanların profesyonelleşme ve iş imkanı bulmasının önü açılır.

Röportaj: Suer Celina

© PRIZMA MEDIUM

Bu içerik CHwB Kosova ve GërrGërr platformu tarafından destenkenmiştir. Bu yayında ifade edeler hiçbir şekilde CHwB Kosova ve GërrGërr platformu görüşü olarak kabul edilmez.