Feminist yazar Charlotte P. Gilman’ın ‘Herland’ kitabındaki tüm evler küçültülmüş. Ancak diğer taraftan kamusal alanlar genişletilip, zenginleştirilerek dekore edilmiştir. Bu görüntüler aracılığıyla ev içindeki kadın köleliğine son vermeye çalışılmıştır. Kadınlar ‘ev‘den ve özellikle yaşanan ev içi şiddetten kurtarılmalıdır. Sosyal bir konsept olarak ‘ev’ sorunsallaştırılarak, ve kadına yönelik şiddettin durudulması yönünde ödün vermeden, ulusal bir aciliyet olarak ele alınmalıdır.

Kosova’daki siyasi liderler, kadınlara yönelik şiddetle sembolik yollarla mücadele etmeye çalışıyor. Tıpkı cinsiyete dayalı şiddete karşı 16 Günlük Aktivizm’de olduğu gibi; sembolik olarak turuncu renge bürünerek, şiddete maruz kalmış kadınlarla dayanışma içerisinde olunduğunu sembolik bir şekilde göstermeye çabalıyorlar. Her üç kadından birinin çeşitli biçimlerde şiddete maruz kaldığı bir ülkede ve toplumun tüm hücrelerinde yaygın olan şiddetin, sembolik yollarla savaşılamayacağı veya önlenemeyeceği açıktır. En nihayetinde, yüksek devlet kurumlarında başlayarak, televizyonda tartışmalarda normalleştirilmiş olan kadına karşı söylemleri, neredeyse her gün kadına yönelik şiddet ve cinayet haberleri, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için devlet kurumları ve siyasi liderler sorumluluk almada ve somut adımlar atmada yeterli görülmemektedir. 

Öte yandan şiddet hakkında konuştuğumuzda, her bir şiddet biçimini ayrıntılı olarak ele almamız çok önemlidir. Şiddeti meşrulaştırmaya ve sürdürmeye çalışanları ad ve soyadlarıyla anlatmamız gerekir. Kadın düşmanlığını veya kadına yönelik şiddeti anlamak için önce iktidarın ya da gücün bir bütün olarak nasıl kötüye kullanıldığına bakmalı ve kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve cinayet gibi tüm şiddet türlerini birlikte analiz etmeliyiz. Dolayısıyla, gücün ya da iktidarın kötüye kullanılması şiddetin evden sokağa ve diğer tüm kamu ve özel kurumlara da nasıl taşındığı anlaşılması gerekir. Yani tüm bu ataerkil sistem varlığını devam ettirirken ve kamu kurumları bu şiddet karşısında sessiz kalmaya devam ederken, kadına yönelik şiddetle ‘sembolik bir mücadele yeterli olmadığı gibi, şiddeti ‘ihbar et’ çağrıları da yeterli olmayacaktır. Kadınlara yönelik şiddeti sadece ‘şiddeti ihbar et’ çağrılarıyla ne azaltabilir ne de yok edebiliriz. Neticede, bundan bir ay önce 15 yaşındaki bir kıza cinsel istismarda bulunan bir kişi sadece 8 ay 8 gün hapis cezasına çarptırıldı. Hatta Mahkeme bu düşük cezayı ‘hafifletici koşullarla gerekçelendirdi. Diğer yandan Gilan Temel Mahkemesi’nin 19 yaşındaki bir kıza tecavüz eden beş erkeği beraat ettiren cinsiyetçi kararı… Dolayısıyla kadına yönelik şiddetin ulusal bir aciliyet olarak ele alınmasının zamanı gelmiştir. Aslında bu istek, Kosova’daki feminist aktivistlerin temel taleplerinden birisini oluşturmaktadır. Özgürleşme, eşitlik, sosyal, ekonomik ve politik adalet için öncelikle tüm kadın ve kız çocuklarının güvenliği sağlanmaktadır. Başka bir deyişle, biz kadınlar ve kız çocukları hayatta kalmalıyız! Kadınlara yönelik şiddetin ya da Rebecca Solnit’in de dediği gibi, kadınlara yönelik pandemik şiddetin hiçbir zaman toplumsal ve kurumsal bir kriz olarak ele alınmamış olması son derede endişe verici bir durumdur. 

Son olarak, Kosova’daki feminist aktivistler, birçok kamusal eylem aracılığıyla kadınlara karşı şiddetin önlenmesi konusundaki tutumlarını ifade etmişlerdir. Temel olarak – daha önce de belirtildiği gibi – kadına yönelik şiddetin ulusal bir öncelik olarak değerlendirilmesidir. Bunun için de kadınlar öncelikle bir özne olarak sayılmaları ve  kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik politikalarda ve kadınların refahını doğrudan etkileyen önemli sosyo-ekonomik ve politik değişikliklerde aktif olarak yer almalıdır.

Normalleştirilmiş olan kurumsal ve toplumsal şiddetin maskesini düşürmek ve onunla mücadele etmek için sembolik araçlar bizim için yeterli değil. Hatta bunların temel engellerden birisi olduğunu da değerlendirebiliriz.. Şiddetin tüm biçimlerine kesin olarak son vermek için somut radikal eylemlere ihtiyacımız var.

© PRIZMA MEDIUM