Fotoğraf:Suer Celina

Yavaş modayı tahayyül edebilmek için öncesinde reklamlarla, magazin haberleriyle, influencer paylaşımlarıyla ve tüketim çılgınlığıyla maruz kaldığımız moda ve tekstil endüstrisine bir bakmamız gerekiyor. Hızlı moda ifadesi ilk olarak 1988 senesinde New York Times (NYT) gazetesinin ünlü bir markayla yaptığı röportajda tanımlanıyor. Röportajda, bir tasarım fikrinin üretilmesi ve tüketiciye sunulması arasında sadece 15 günlük bir zamanın geçtiği bilgisinin öğrenilmesi üzerine, NYT buna hızlı moda tanımlaması yapıyor.

New York Times gazetesi arşivi

Küreselleşme ile birlikte moda sektörünün iyileşebilmesi çok zor bir hal aldı. Üretimin neredeyse her aşamasının farklı bir ülkede yapılması, üretim süreçlerini izlenebilir olmaktan tamamen uzaklaştırdı. Bu gün gardırobumuzda misafir ettiğimiz veya giydiğimiz hiçbir giysinin nerede, kim tarafından ve nasıl üretildiğini bilmiyoruz. Bilmek istesek dahi bu bilgilere ulaşmamız pek mümkün değil.

Üretim ve tüketim aşamalarıyla birlikte moda ve tekstil endüstrisinin küresel iklim krizinde önemli bir payı var. Birleşmiş Milletler’e göre küresel karbon salınımının yüzde 10’undan moda endüstrisi sorumlu ve bu oranın 2030’da yüzde 60’a çıkması bekleniyor. Dünya genelinde haftada 5 bin model üretiliyor. Bir t-shirtin üretimi için ise 2700 litre su gerekiyor. Bir kot pantolonun üretimi 3781 litre su demek. Öte yandan, üçüncü dünya ülkelerinde adil olmayan ticaret koşulları da hızlı moda sisteminin bir sonucu. Yapılan araştırmalar, alınan bir ürünün en fazla 7 veya 8 kez kullanıldığını ve bunun bir atık haline geldiğini gösteriyor.

Nisa, evinde her şeyin uzun süreli kullanımına dikkat edildiğini, hafif hasar almış bir giysinin de dikilebileceğini veyahutta üzerine yeni bir şey katıp yeniden kullanılabileceğini öğrendiğine değiniyor. Çocukken alınan giyisilerin aile içerisinde başkalarıyla da paylaşıldığına dikkat çeken Zurnaxhiu, “Fakat eskiden giysilerin de dayanıklılığı vardı, günümüzde her şey atık haline geliyor.  Benim sektörüm dünyayı kirleten en önemli faktörlerden biri. Yaşadığımız bölge ise bizi geri dönüşümlü işler yapmak noktasında sınırlandırıyor. Çevreci bir kişiyim ve el işlerine merakım var. Kendi tasarımlarımı üretmeyi seviyorum. Beğeniliyor da… Dolayısıyla neden daha dayanıklı, klasik ama belli bir tarza ait, uzun süre giyilebilir ve el yapımı olduğu için de değeri olan bir şey üretmediğimi düşünmeye başladım” diyor.

Neredeyse herkesin artık yapay eskitmeye (alınan giyisilerin modasının geçtiği algısı) mahkum olduğunu dile getiren Nisa, insanların artık özel bir şey diktirmeye yanaşmadığını, seneye nasıl olsa modasının geçeceğini düşündüğünün altını çiziyor. Nisa girişiminin uzun süreli kullanım ve elle yapılana değer verenlere hitap ettiğini söylüyor. 

Nisa, karşımızda ihtiyaç dışı satışı teşvik eden büyük bir endüstri var. 2008 yılından beri konuşulan  ve sizin de bir noktada içinde olduğunuz yavaş moda kavramı, modaya farklı bir yaklaşım biçimi. Dayanıklı, uzun süre giyilebilir; çevreye ve yerel üretimle birlikte insani çalışma koşullarına odaklı bir sektör. Burada başlattığınız girişimin felsefesine değinelim.

Atık materyalleri toplayıp, belirli süreçlerden geçirerek onları yeniden kullanılabilir hale getiren çok sayıda firma var. Bu sayede ürünlerin bütün bilgileri, geçmişi ulaşılabilir oluyor. Kendi alanımla ilgili çevreci araştırmalar yaptım. Benim ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Bölgemizde buna benzer materyal tedarik edebileceğim bir yer bulamadım. Benim de bu şekilde materyal üretme kapasitem yok maalesef. Var olan imkanlarla başlamaya karar verdim. Çok uygun olmayan boyutlarda ve birbirleriyle hiç olmayacak kumaşlar kalıyor. Bunların bir değeri olsun istiyorum. Zira, bir kişinin elinden çıkacak ve tasarımı, kullanımı üzerine uzun uzun düşünerek üretmeyi tercih ediyoruz. Parçalar birbiriyle uyuşacak mı, tasarlandıktan ve üretildikten sonra kullanımı rahat olacak mı, günlük hayatta kullanıma uygun olacak mı ve sadece birkaç kez değil… Klasik ve kendi tarzımı yansıtabileceğim ürünleri tasarlıyorum. Yapay eskitmeye maruz kalaınmamasını veya modasının geçtiğinin düşünülmemesini amaçlıyorum. Sürekli kullanılabilecek bir ürün haline getirmek için uzun uzun düşünmek gerekiyor.  

Fotoğraf: Suer Celina

Bu kavramı gündeme taşıyan önemli bir isim Kate Fletcher, yavaş moda hızlı modanın zıddı değildir diyor. Dolayısıyla üretim süreçlerindeki düşünmeye zaman ayırmak, tasarım, kullanım kolaylığı, dayanıklılık belli bir zaman alıyor. Bu durum ürünlerinizle bir bağ kurmanıza yardımcı oluyor mu?

Oturup uzun uzun düşünmek, tasarıma zaman ayırmak ürünlerle bir bağ kurmama yardımcı oluyor. Hatta yakın çevremden ürünlerimi bu kadar sevmemem hakkında eleştiri alıyorum ama öyle bir şey mümkün değil, zira ben ürünümü sevmeseydim yapamazdım. Düşünmek, tasarlamak çok zaman ayırmayı gerektiriyor. Fakat sürecin sonunda çok mutlu oluyorum. Çünkü hiçbir şeye benzemeyen bir tekstil parçasından bir şey yaratmış oluyorum. Bu beni iyi hissettiriyor. Üretime geçtiğimde, kullanımı nasıl daha kolay olur (örnek olarak sırt çantası nasıl bel çantası olarak da kullanılabilir gibi ) var olan malzememle yapabileceğim tüm olanakları düşünüyorum. Esinlenecek şeyler aramaya koyuluyorum. Araştırmamın sonunda tasarıma başlıyorum. Üretimden sonra deneme kısmı geliyor. Kullanım kolaylığı ve rahatlığını test ederek görüyorum. Bazen de istediğim olmuyor, fakat hata olmaması için elimden geleni yapıyorum. Tasarımlarımın tümü tek adet, ünik, standart numara ve çoğu zaman üniseks.

Satın alanın kimden aldığını bilmesine önem veriyorum. O giyilen ürünü ben düşündüm, onu tasarlamak için zamanımı ayırdım, ben ürettim ve sadece sende olacak. Belki kendi alanım olduğundandır bilmiyorum ama bir tüketici olarak düşünmeye çalıştığımda da, birinin sadece bende olacak bir kıyafet için özel olarak düşündüğünü, zaman harcadığını bilmek çekici geliyor.  Materyal tercihimde daha seçici olmaya uğraşıyorum. Ama bu zorluyor zira doğal bir şeye ulaşamıyorum. Çevreci olarak bilinen pamuğun bile çevreci bir üretimi yok. Tohumların genleriyle oynanıyor o da toprağa zarar veriyor. Diğer yandan yine materyali üreten emekçiler, normal bir hayatı olmadan, mesai fazlası çalışıyor bize ulaşana dek bir sürü aşamadan geçiyor ve buna çevreci bir ürün diyemeyiz. 

Dünyadaki tarım ilaçlarının yüzde 11’i pamuk üretiminde kullanılıyor. Yavaş ve sürdürülebilir moda ise bir anlamda çevre tahribatının engellenmesine yönelik çalışmak anlamına geliyor. Tüketicilerin ucuz, kullanıp atılabilir modaya talebinin artmasının etkisiyle moda endüstrisi dünyayı değiştirecek bir perakende devrimi geçirdi. Yine aynı isime geleceğim. Fletcher, yavaş moda felsefesiyle yapılan üretimin normale göre bir tık daha pahalı  olduğunu ancak uzun süre kullanıldığı için tüketicinin karlı çıktığını belirtiyor. Dolayısıyla burada tüketiciye de iş düşüyor diyebilir miyiz? 

Neden ucuz olduğunu da sormadan ihtiyacımız olandan fazlasını alıyoruz. Hızlı moda tamamiyle sermayeye odaklanmış durumda. Amacım etiketlemek değil fakat büyük firmalar, çok fazla tasarımı bir yerden araklıyor ve bunların -eğer ödüyorsa- maddi cezasını ödemeyi göze alabiliyor. Takip ettiğim web siteleri var, özgün, kendi çapında tasarımcıların ürünlerini paylaştığı. Bazen sanıyorum ki endüstri bu insanları takip edip tasarımlarını çalıp masif bir şekilde üretmeye başlıyor.  Burada bir tasarımcının emeği var tasarımın ruhunu yaratmak için harcadığı zamanı var ama emek çalınıyor hızlı üretime ve fenası düşük kaliteli materyallerler ve hakkı yenen çalışanlarla seri üretime geçiyor, ucuz bir paraya satılıyor ve en sonunda atık haline geliyor. X firmasını herkes alır. Ben de alırım. Ama kolaya kaçmak oluyor.

Fotoğraf: Suer Celina

Bir şey satın aldığımızda kendimize dönüp gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını sormalıyız bence. Türkiye’de, Darüşafaka’nın güzel bir reklamı var. “Olmasa da olur” diyor reklamda. Almak zorunda olmadıkça, insanların kıyafet almama seçeneğini bir daha düşünmesi gerekir bence. Fakat bunu anlatmak çok zor, çünkü herkes görünüşe takılmış durumda. Sanki başka önemli hiçbir şey yok ve herkes onun için yaşıyor. Belki de sadece giyinebilmek veya birilerini taklit etmekle tüketmeye çabalıyoruz. Sanıyorum eskiden olduğu gibi giyisilerin paylaşılması gerekiyor. Birinin üstünde bir şeyi görüp beğeniyorsak, belki de paylaşabilir… Uzun süre kullanabileceğimiz ürünler üreten çok fazla firma yok. Ben bir kıyafeti 10 sene giyebilmeyi tercih ederim. Ucuza alıp 2 hafta giydikten sonra yenisini alma ihtiyacını değil. Dev şirketler her şeyi zapt etti. Reklamdan giyime her şeyi.  Daha fazla reklam verebilmek için ucuz iş gücü,  ucuz satabilmek için ucuz ve nerelerde nasıl üretildiği bilinmeyen mateyalller kullanıyor. Kimse de buna ses çıkarmıyor çünkü her şey çok kolay.

Belki de ilerde uzun vadeli kullanılabilecek giyisiler hakkında daha güçlü mesaj verebilirim. Fakat nüfuslu isimler bu konuda çalışmaya başlatmadan, ses çıkarmadan benim uğraşımla bir şeyi değiştiremeyeceğimizi biliyorum. Benim de yavaş moda girişimim bu dönüşümde atılan ufak bir adım sayılabilir.

Üstümüzdeki elbiseler taa nerelerden geliyor ve şu an bizim üstümüzde, ama üretenin içecek suyu bile yok.

Bölgemizde de atığın olduğunu söyleyen Nisa, “Ben ne kadar tekstil parçasının elimizde kalabildiğini bu işin içinde olduğum birkaç senede gördüm. Çok daha büyük markalarda ne kadar atığın olabileceğini düşünemiyorum bile” değerlendirmesinde bulunuyor. Elde kalan ve atık halinde gelen kumaş parçalarının işlenmesinin çok fazla uğraş gerektirdiğini dile getiren Zurnaxhiu, “çok zaman alan işlemler, kalan tekstil parçaları çok fazla uğraş gerektiriyor ve sonunda da kazancı pek tatmin edici olmadığı için kimse bunlarla zaman kaybetmek istemiyor” diyor.

Bu dünyayı atalarımızdan değil, çocuklarımızdan ödünç alıyoruz diye bir söz var. Evet dünyayı gelecek nesillerden ödünç alıyoruz çünkü onlara bırakacağız. Geçen bir haber okudum, Şili’de Atacama çölünde tekstil ve ürün atıklarından oluşan tepeler oluşmuş durumda. Bildiğin dağlar oluşuyor. Öte yandan pipet, plastik poşet kullanmamak çok zor bir şeymiş gibi  herkes buna başını çeviriyor. Yanında bir torba taşımak gibi şeyler basit eylemler ama diğeri daha kolay…

Instagram’da bir hareket başlamıştı, #whomademyclothes etiketiyle başlayan bu hareket büyük firmalara sesleniyor ve üzerimize giydiklerimiz kimin ürettiğini soruyordu. Bunun devamında #imadeyourclothes etiketiyle üçüncü dünya ülkelerinden işçilerin fotoğrafllı yanıtları geliyordu.

Piyasadaki ürünlerin nerelerden geldiğini görebildiğimiz çok başarılı bir kampanyaydı. Elbiseler taa nerelerden gelmiş ve şimdi bizim üstümüzde, ama üretenin suyu bile yok!

Röportaj: Suer Celina

© PRIZMA MEDIUM

Bu röportaj Kosova Açık Toplum Vakfı’nın mali desteğiyle hazırlanmıştır. Bu yayında ifade edilen görüşler Prizren Medya Derneği’ne aittir ve hiçbir şekilde Kosova Açık Toplum Vakfı’nın görüşü olarak kabul edilmez.