Jeologlar, içinde yaşadığımız çağa Antroposen Çağı diyor: Yani insanlar tarafından gezegenin şekillendirildiği bir çağ. Atmosfere katlanarak artan miktarlarda sera gazı salarak ve böylece gezegeni ısıtarak iklim değişikliğine neden oluyoruz. İklim, durmaksızın değişiyor. Korkutucu olan ise, bu değişimin tehlikeli bir hızda ve yönde olması. Dünya aşırı hızlı bir şekilde ısınıyor. Isınmaya bağlı olarak atmosferik enerjinin artması bir diğer sorun, çünkü bu durum belirsiz hava olayları ile sonuçlanıyor. Durup dururken değişen hava sıcaklıkları, sıcakların aşırı sıcak geçmesi, soğukların aşırı soğuk geçmesi, mevsimlerin birbirine karışıyor gibi gözükmesi hep bundan kaynaklanıyor. Yani iklim değişikliği, hava durumundaki ekstrem olaylar ile kendini gösteriyor. Diğer sorun atmosferin nem tutma kapasitesinin artması. Sıcak hava daha fazla nem tutunca atmosferde biriken su artıyor ve bu su, çok daha şiddetli bir şekilde yağıyor. Bu durumu aşırı şiddetli yağışlar olarak gözlemliyoruz. Tropik iklimlerde ise her geçen yıl daha da güçlenen ve daha sık gerçekleşen kasırgalar görüyoruz. Dünya nüfusunun yaklaşık 10%’un yaşadığı kıyı kentlerini ise, yükselen deniz seviyesi tehdit ediyor. Isınan okyanuslar, çoğu önemli bir besin kaynağı olan deniz yaşamının yaygın şekilde kaybına neden oluyor. Gıda üretimi için güvendiğimiz tozlayıcılar da dahil olmak üzere biyolojik çeşitlilikte küresel bir çöküş yaşıyoruz. Tarımsal olarak verimli toprakların alanı küçülüyor.

Toplum olarak, doğanın tahribatı ve küresel ısınma hakkında onlarca yıldır bilgi sahibiyiz, ancak şu ana kadar etkili sonucu olan bir eylemde bulunmayı başaramadık. Toplumsal olarak bu eylemsizliğin ardındaki psikoloji karmaşık: bu durum inkar (“olmuyor” veya “oluyor ama o kadar da kötü değil” veya “bunu kolayca düzeltebiliriz”), kaçış (“sorun çok büyük”, “diğer insanlar/ülkeler üzerine düşeni yapmayacak”) veya kadercilik (“çok geç”, “insanlar yok olmayı hak ediyor”) gibi psikolojik kendini koruma taktikleri ile kendini dışa vuruyor.

İklim krizinin bir de ahlaki boyutu var. Varlıklı ve gelişmiş ülkeler küresel ısınmaya en güçlü katkıda bulunanlar iken, küresel emisyonlara çok az katkıda bulunan ve iklim krizi ile başa çıkmak için daha az donanımlı olan ülkeler bunun sonuçlarına en ağır şekilde maruz kalıyor. İklim değişikliği yalnızca gezegenimizin geleceği için bir tehdit değil, şimdiden dünya çapında insani krizlere yol açıyor. Daha sık ve yoğun kuraklık, fırtınalar, sıcak hava dalgaları, yükselen deniz seviyeleri, eriyen buzullar ve ısınan okyanuslar, hayvanlara doğrudan zarar verip, yaşadıkları yerleri tahrip ediyor ve insanların geçim kaynaklarına ve topluluklarına zarar veriyor. Günümüzün iklim ve çevre krizleri, fiziksel ve zihinsel sağlığımızdan gıda, su ve geçim kaynaklarımıza kadar hayatımızın her alanını etkilemekte. Bu krizler herkesi etkilerken, en çok etkilenenler en yoksul ve en marjinal topluluklar. On yıllardır süren çatışmalar nedeniyle zayıflamış olan Somali gibi ülkelerde, kuraklıklar ve sel baskınları insanları defalarca göç etmeye zorladı. Sahel’de iklimsel ve çevresel bozulma, uzak ve yoksul toplulukların hayatta kalmasını her yıl daha da zorlaştırıyor. Bu krizle başa çıkma mekanizmaları ise şiddet ve istikrarsızlık tarafından radikal bir şekilde aşınıyor. Yemen ve Irak’ta sağlık, gıda ve ekonomik güvenliği tehdit eden su kıtlığı daha da kötüleşiyor. Çoğu durumda, çatışma, insanların hayatta kalmak için güvendiği ekosistemlere de doğrudan zarar veriyor. Çatışmaya maruz kalan insanlar yalnızca iklim ve çevre krizlerine karşı en savunmasız olanlar arasında değil, aynı zamanda kısmen bu tür ortamlarda çalışmanın getirdiği zorluklar nedeniyle iklim eylemi tarafından en çok ihmal edilenler arasında yer alıyor. Hiç kimse bu zorlukları tek başına çözme yeteneğine sahip değil. Bunun için acil radikal dönüşüme ihtiyaç var.

Maalesef iklim krizi ile yarattığımız felaketin sonuçları geri döndürülemez. Yarın karbon emisyonlarını durduracak olsak bile, atmosferik sıcaklıkların taban çizgisine dönmesi on yılları, ve devasa bir ısı emici olan okyanusların yeniden soğuması ve buzulların yeniden oluşması yüzyılları alacaktır. Doğanın milyarlarca yılda evrim yoluyla kurulmuş dengelerini bu kadar kolay görmezden gelemeyiz. Dolayısıyla bu öyle “bugün önlem aldım, yarın düzeldi” diyebileceğimiz bir olay değil. Dünya’nın yarım milyon yıllık sürecini son birkaç yılda alt üst etmekten söz ediyoruz. Bu durum geri dönüşü kolay olan bir şey değil.

Bu yıl 27. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi (COP27), 6-18 Kasım’da Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde devlet liderleri, kamu ve özel sektör temsilcilerinin üst düzey katılımıyla gerçekleştirilecek. Zirveden önce iklim değişikliğiyle mücadele için protestolar şimdiden dünyanın bir sürü ülkesinde kendini göstermeye başladı. Bu zirvede ülkelerin Paris Anlaşması kapsamındaki taahhütlerini eyleme dönüştürerek yeni bir uygulama çağında olduklarını göstermeleri bekleniyor. Geçen yıl Glasgow’da düzenlen zirvede, dünyadaki ormanların yaklaşık %85’ini oluşturan 100 ülke, 2030 yılına kadar ormansızlaşmayı durdurma sözü verdi ve 100’den fazla ülke tarafından 2030 yılına kadar metan emisyonlarını %30 oranında azaltma planı kabul edildi. Ancak, zirvenin sonunda sulandırılmış bir iklim anlaşması konusunda hayal kırıklığı yaşandı. İlk defa bir iklim zirvesinde, kömürle çalışan elektrik üretimini azaltmaya yönelik bir plan üzerinde anlaşmaya varılmıştı, ancak Hindistan ve Çin’den gelen itirazlar, anlaşmanın değişmesine neden oldu.

COP27’de ki hedef, küresel sera gazı emisyonlarını azaltmak. Küresel emisyonların 2030 yılına kadar yarıya indirilmesi ve 2050 yılına kadar ‘net sıfıra’ ulaşması gerekiyor. Buna rağmen, BM’nin mevcut ulusal iklim planlarının 2030 yılına kadar emisyonlarda %14’lük bir artış göreceğini bildirmesiyle birlikte emisyonlar hala artıyor. COP27’de alınacak kararların bu rotayı değiştirip değiştirmeyeceğini bilmiyoruz. Ancak bazı problemler teknolojik olarak çözülemeyecek kadar büyük ve karmaşık, ve yılda 40 milyar ton atmosferik karbon salınımı – ki bu arttarak devam ediyor- ne yazık ki bunlardan biri. Maalesef ülkelerin taahhüt ettikleri anlaşmalar ve verdiği vaatler, hedefe ulaşmaktan çok uzaktalar. 

2021 BM İklim Zirvesi COP26 birçok açıdan hayal kırıklığıydı. COP27’ye ise çok az bir süre kalmışken, umuyoruz bu zirve tutulmayan iklim vaatlerinin bir tekrarı olmayacak. Ancak gelin görün ki Mısır hükümeti, bu yılki küresel COP27 iklim görüşmelerine sponsor olması için The Coca-Cola Company – dünyanın önde gelen plastik kirleticilerinden biri – ile bir işbirliği anlaşması imzaladığını duyurdu. Coca Cola plastik geri dönüşümü ve CO² konusunda vaatlerde bulunurken, uygulamada bugüne kadar – on yıllar boyunca – vaatlerinin veya hedeflerinin hiçbirini yerine getirmedi. Bakalım COP27 zirvesi iklim çabalarında radikal bir dönüm noktası gerçekleştirebilecek mi?

✎ Şeyma Celina Suroy

© PRIZMA MEDIUM