Kosova’da etnik topluluklar hem merkezi hem de yerel düzeyde temsil ediliyor. Ama bir yandan  pozitif ayrımcılıklar topluluklara bir sınır çiziyor, öte yandan topluluklar kendi iç meselelerine dönük politikalar izliyor.  Bunu aşmanın zamanı gelip gelmediğinden tutup da siyasi olarak toplulukların nasıl bir geleceğe doğru gittiğini Türk topluluğunun siyasi liderlerinden Fikrim Damka ile konuştuk. Yerelde öğretmenlik ve sivil toplum yöneticiliği, merkezi düzeyde ise milletvekilliği ve bakanlık yapmış olan Damka, Türk topluluğunun milli, dini ve kültürel değerlerini korumaya ve geliştirmeye odaklandığını ama fırsat verilmesi halinde Kosova genelindeki konulara da katkı sağlamaya hazır olduğunu söyledi. Damka, “Bazı durumlarda, işin en iyi ustası olsa bile sırf milli mensubiyetinden dolayı bir topluluk mensubu o kurumun başına geçemiyor” dedi.   

Kosova Anayasası ve ilgili mevzuat topluluk hakları için oldukça geniş bir çerçeve çiziyor. Parlamentoda rezerve edilmiş yerler var, üst düzey kurullarda ve yönetim kademelerinde etnik topluluk mensuplarına ayrılmış yerler ve kotalar da var. Ancak buna rağmen itirazlar ve şikayetler de var. Sorun nereden kaynaklanıyor? Var olan haklar uygulanmıyor mu?

Kosova Anayasasında topluluklar açısından kazanılmış bazı haklar var. Özellikle siyasi temsil anlamında bu hakların uygulandığını görebiliyoruz. En yüksek organ olan Parlamentoda Türk topluluğunun temsil hakkı var. Keza hükümette de temsil ediliyoruz.  Albin Kurti hükümeti diğer topluluklara daha geniş bir temsil hakkı vererek tüm topluluklar hükümete dahil etti.  Dolayısıyla toplulukların siyasi temsili açısından Kosova Meclisi ve Hükümetinde temsilin olduğunu görüyoruz. Yerel düzeydeki siyasi temsil açısından da  Belediyelerde toplulukların var olduğunu söyleyebiliriz. 

Ancak diğer alanlarda, özellikle de kamu personeli alanında ve üniversitelerde bu temsilin olmadığını görüyoruz. Kanunda toplulukların bu alanlarda da en az yüzde 10’luk bir temsilinin öngörülmesine rağmen bunun uygulanmadığını veya bu yüzde 10’un içerisinde topluluk haklarının çiğnendiğini ifade edebilirim. Çünkü topluluğa ayrılan yerlerin, gerçekte topluluk mensupları için kullanılmadığını ve çoğunluk olan Arnavut toplumu mensuplarının bu yerleri işgal ettiğini görüyoruz.  

Bu durumun ortadan kaldırılması için çok fazla çaba sarf ettik. Ama maalesef tam olarak önüne geçemedik. Çünkü işgal edilen bu yerlerin gerçekte Türk, Boşnak veya Rom topluluk mensuplarınca kullanılmadığını belgelemekte zorlanıyoruz. Yasal olarak milli mensubiyeti ifade etme konusu beyana dayanıyor.  Dolayısıyla milli kimliği ifade etme konusu beyana dayandığı için maalesef bu iş ilanlarında bireyler kendilerini istediği topluluk mensubiyetinde beyan edebiliyorlar. Devlet kurumları da bu beyanı esas almak durumunda. Dolayısıyla bu şekilde yürürlüğe konuyor ve bu sıkıntı ortaya çıkıyor.  Sivil kayıt işlemleriyle alakalı bir konu. Belki ileriye dönük olarak stratejimizi doğum belgelerine kendi milli kimliğini ifade etmek için bir ibare ekleme konusunda bir çalışma yapabiliriz.  Belki bunun mücadelesini verebiliriz ama zor gözüküyor. Ancak bir yerde topluluğun kendini nasıl beyan ettiğini bir şekilde belgelemesi önemli.   

Ama asıl önemli bir konu daha var.  Kurumlarda istihdam konusundan ziyade bu kurumun içerisinde belirli makamlara getirilen topluluk mensuplarımız da eksik. Müdürlük veya benzeri üst yönetim pozisyonlarına gelme konusunda de topluluklar açısından sorunlarımız var. Maalesef burada çoğunluk olan topluluğun da bir anlayışı yok. Bizim üst düzey görev alacak çalışanlarımızı bu pozisyonlara getirmediklerini görebiliyoruz. Burada bir siyasi mücadele vermemiz gerekiyor. Bu yasayla düzenlenmiş bir durum değil. Yasada kamu kurumlarında topluluk mensuplarının en az yüzde 10 seviyesinde olması gerektiği belirtiliyor ama bu her kademede böyle olmalı diye algılanmıyor. Eğer böyle algılanıp uygulansa bizim, topluluklar olarak her kademede yüzde 10 kadar çalışanımızın olması gerekirdi. 

Üniversitede de topluluklar için ayrılan kontenjanlar var. Fakat burada da çoğu zaman çoğunluk topluluğunun bunu kötüye kullandığını görebiliyoruz. Biz siyasi olarak bunların Türk olmadığını beyan edebiliyoruz fakat belediyelerden almış oldukları veya iki şahit ile beyan üzerine almış oldukları belgeleri  belediyede mühürletip, ben Türküm, ben Boşnağım veya ben Rom ya da Aşkali’yim diyebiliyorlar. Bunun önüne maalesef geçemiyoruz.  

Peki etnik topluluklara sağlanan bu pozitif ayrımcılıklara gelecekte de devam edilmeli mi? Çünkü bu  bahsettiğiniz sorunların bir kısmı buradan kaynaklanıyor. Sizce gelecekte buna hala ihtiyaç olacak mı? Eğer uygulamalar devam edecekse nasıl olmalı?  

Topluluklara bu ayrıcalık devam etmeli mi konusu kritik bir noktada. Şunu gördük: Topluluklar için pozitif bir ayrımcılığın olmasına rağmen yerlerimiz kötüye kullanılıyor.  Yani çoğunluk topluluğu tarafından pek bir hoşgörü göremedik. Yani meseleye yaklaşım biçimi “Şurada topluluklara bir yer ayrılmış, onu kullansınlar” diye oldu. Bu kadar. Sanki bir mecburiyet var. Bu mecburiyetten dolayı onun orada kalması lazım ve dışına çıkamazsın. Dolayısıyla yasal olarak bu temsil haklarının korunmuş olması ve gelecekte de korunması gerektiği ortaya çıkıyor. Çünkü korunduğu takdirde bile bize pozisyon vermediklerini görüyoruz. Toplulukların müdürlük veya diğer üst pozisyonlarda olmadığını görüyoruz. Kaldı ki bu ayrıcalıklar olmazsa hiç dikkate alınmayacak gibi bir durum ortaya çıkacak. Dolayısıyla pozitif ayrımcılık olarak belirlenmiş hakların devam etmesi gerekiyor. 

Bu konu entegrasyonla da alakalı ve ona bağlı bir durum. Belki çoğunluğun, diğer topluluklara tanınan bu pozisyonları genel idare içine entegre etmesi gerekiyor ki bu yerler bahşedilmiş bir makam olarak görülmesin.  Ancak biz entegrasyondan ne zaman bahsettiysek tüm topluluk temsilcileri diyor ki “Bizim entegre olmamıza gerek yok. Çükü biz zaten bu toplumun parçasıyız ve yüzyıllardır burada yaşıyoruz.”  Bu görüşe katılıyor musunuz? Türk toplumu açısından siz durumu nasıl görüyorsunuz? 

Türk toplumu açısından kurumlara çok entegre olduğumuzu görebiliyoruz. Bu durum, eğitimde, sağlıkta ve diğer alanlarda böyle. Bir örnek vermek gerekiyorsa, Prizren Hastanesinde, 100’e yakın Türk çalışanı, hemşiresi, doktoru ve saire var. 60’a yakın Boşnak topluluk mensubu var, ve saire. Bunların içerisinde herhangi bir ayrım yok. Kendilerini tamamıyla o kurumun en iyi çalışmasına adamış durumdalar. Aralarında böyle bir entegre olma problemi yok. Keza eğitimdeki durum da aynı şekilde devam ediyor. Türkçe, Arnavutça, Boşnakça eğitimde sadece sınıfları ayrı. Ama tüm öğretmenler beraberce çalışıyor ve eğitimle ilgili konuları ele alabiliyorlar. Dolayısıyla Türk toplumu, halkın birbiriyle iç içe yaşadığı bir süreçten geliyor. Bizim Türk toplumunun Kosova kurumlarına veya Kosova’ya entegresi diye bir şey söz konusu değil.  

Peki neden topluluk mensupları genelde sadece kendi iç meseleleri ile meşgul oluyorlar?  Sürekli sadece bu konuları görüyorlar. Daha büyük ulusal meselelerde pek inisiyatif almıyorlar. Sizce çoğunluk toplumunun bu konularda teşvik edici bir inisiyatif alması gerekir mi? 

Genelde biz hep çoğunluk toplumundan bir şeyler talep ediyoruz. Şu hakkım var, bunu kullanmam lazım diye… Oysa çoğunluktan da bazı taleplerin gelmesi lazım. Topluluk mensupları sadece kendi sınırlarında kalmamalı. Gene bir örnekle gidelim.  Kosova Radyo ve Televizyonunda – RTK’da Türkçe servisinde çalışan bir takım insanlar var.  Ama topluluklar arasında gerek teknik gerekse yönetmen pozisyonuna oturabilecek iyi yetişmiş Türk, Boşnak ve diğer topluluk mensupları olabilir. Burada bir Türk redaksiyonu var ama Türklerin verebileceği hizmet sadece bununla sınırlı olmayabilir. Türk toplumunun yetişmiş çok kalifiye elemanları var. Çoğunluk toplumunun bunları absorbe etmesi lazım. Eğer bunu yaparsa toplulukların Kosova’nın geleceğinde de söz sahibi olması mümkün olacaktır. Bir Türk rejisörünün veya yönetmenin RTK’da Kosova’yla ilgili güzel işler yapması mümkün olur. Bu durum diğer kurumlar için de geçerlidir. Bazı durumlarda, işin en iyi ustası olsa bile sırf milli mensubiyetinden dolayı bir topluluk mensubu o kurumun başına geçemiyor.  Topluluklara hak etmiş oldukları görevleri verme konusundaki çekingenliği aşabilirsek bu hepimizin faydasına olacaktır. Bu çoğunluktaki topluluğun elinde olan bir şey. Bu konuda bir fırsat tanıması lazım. Çoğunluk toplumunu, topluluklara açabilmesi lazım. O zaman buradaki Türk toplumu, Kosova’nın geleceğine çok daha fazla katkıda bulunabilir. 

Etnik toplulukların ulusal meselelerde daha içine kapalı olduğunu görüyoruz. Burada topluluktan kaynaklanan meseleler var ama çoğunluğa düşen görevler de olabilir.  Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz: Türk toplumu konjonktüre bağlı bir tutum sebebiyle mi bazı ulusal meselelerde ön plana çıkıp görüş beyan etmiyor yoksa bütün enerjisini sadece iç meselelerini çözmeye harcadığı için mi bir kısır döngüde tıkanıp kalıyor?  Örneğin diyalog meselesinde hiçbir topluluk ön plana çıkmıyor. Bu sanki Arnavutlarla Sırpların arasındaki bir meseleymiş gibi kalıyor. Oysa konu Kosova’nın bir meselesi…

Her ikisi de geçerli. Diyalog konusunda olduğu gibi, diğer konularda da var. Biraz da sayıyla alakalı. Türk toplumunun bu konuyla meşgul olma eğilimi de bazen yok. Kadromuz var mı; var. Ama nüfus açısından fazla olmadığımız için bunu ön plana çıkartmıyoruz. Tabi bazı meseleleri çıkartmamız lazım. 

Maalesef şöyle bir algı var. Topluluklara ayrılmış kontenjanlardan seçilen milletvekilleri sanki sadece topluluk meseleleriyle ilgili olmalıdır. Son parlamento seçimlerinde Boşnak topluluğunun yaptığı itiraz sonucu Anayasa Mahkemesinin aldığı karar da biraz bu yönde oldu. Topluluk mensuplarının yaşadığı yerlerden oy alırsa geçerli olur. Dolayısıyla şöyle deniyor, sen Türk toplumu adına seçilmişsin, bu yüzden Türk sorunlarıyla ilgilen. Genelle, genel ilgilenir. 100 Arnavut milletvekili genel konularla ilgilenir. Ama durum öyle değil, çünkü sen topluluk kontenjanından seçiliyorsun ama Parlamentoda örneğin Sağlık Komisyonunu yönetebiliyorsun… diğer komisyonlarda da üye olabiliyorsun. Burada senin görevin sadece Türk toplumuyla sınırlı değil, geneli için çalışıyorsun. 

Dolayısıyla kendini ortaya koyma ve ifade etme konusu hem toplulukla alakalı hem de genelin bunu kabul etmesi açısından önemli. Bazı yerlerde  çoğunluk toplumu şu yaklaşımı sergiliyor: Sen belli bir topluluk mensubusun, kendi hakkınla ilgilen. Topluluk milletvekili konuştuğu zaman sadece topluluk meseleleriyle konuştuğu algılanıyor. 

Peki bu durum aşılmalı mı? 

Tabi ki aşılmalıdır. Türk toplumu artık bazı konularda kendini daha rahat ve daha  fazla ortaya koymalı ve kendi fikirlerini dile getirmelidir. Bu konuda siyasi parti olarak kendi tüzük ve programı ile uyumlu bir yaklaşım sergilenmelidir. Çünkü o zaman konu kitle partisi meselesine gelecektir. 

KDTP olarak sizlerin kitle partisine dönüşme gibi bir öngörünüz var mı? 

 Şu anda yok. Kitle partisine dönüştüğümüzde bu sefer siyasi partinin tüzüğü ve programında bazı değişiklikler yapmamız lazım. Ama şu olabilir, genelde değil ama belediye çerçevesinde bir kitle partisi politikası izlenebilir.  Yerel düzeyde milli hakların, dil haklarının korunması ve kullanılması konusu hala aktif ama bunun ötesinde de işler var. Belediye hizmetleri vatandaşa hizmet ediyor. Örneğin bir asfalt döşenmesinin, bir köprü yapılmasının Türklükle alakası yok.  Dolayısıyla yerel hizmetlerde, siyasi parti, kitle partisi olarak davranabilir. 

KDTP’nin temsil ettiği temel değerler neler? Bir toplumda siyasi görüşler çok farklı olabilir. Sağ ve solun yanı sıra çevreci veya diğer görüşler olabilir. Bir siyasi partinin tüm görüşleri kapsaması mümkün değil. Bu durumda siz neleri kapsıyorsunuz ve neyi temsil ediyorsunuz? 

KDTP kurulurken, siyasi bir ideoloji olarak hep Türklüğü ön plana çıkarmış. Dolayısıyla milli muhafazakar bir parti kimliği oluşmuş. Milli, dini ve kültürel değerleri ortaya koyarak bir yol almış.  Bundan da hiç ödün vermemiş. Bugün de temel değerleri bunlar oluşturuyor. İçerisinde sağ, sol, çevrecileri de görebilirsin ama hepsinin özü, ön plana çıkardığı değerleri milli, dini ve kültürel konular üzerinedir.  Siyasi partinin en büyük gayesi topluluğun bu temel değerlerini korumak. Ben buradaki Türk toplumunu nasıl muhafaza ederim, dilini nasıl korurum, Türkçe eğitimini ve kültürünü nasıl muhafaza eder ve geliştiririm, buna bakarım. Temel derdimiz bu olduğu için bazen Kosova’nın bütününü ilgilendiren konularda çok fazla ön plana çıkamamış oluyoruz. 

Çünkü bir topluluğunun eğitimini korumak ve geliştirmek resmen bir Eğitim Bakanlığı gibi çalışmak demek. Kültürünü korumak, Kültür Bakanlığı gibi çalışmak demek. Dilini ve dini değerlerini korumak demek bu alanlarda çok fazla çalışmayı gerektiren konuları gündeminize getiriyor.  Bizim siyasi söylemlerimizde, dille, eğitimle, kültürle temsille ilgili temel başlıklar var. Biz bunları temsil ediyoruz. 

Röportaj: Esin Muzbeg 

© PRIZMA MEDIUM

“Bu yazı, İsviçre Kalkınma ve İşbirliği Ajansı (SDC), İsveç ve Lüksemburg Büyük Dükalığı Hükümeti tarafından ortaklaşa finanse edilen Kosova Sivil Toplum Vakfı (KCSF) programı ‘EJA Kosova’ tarafından desteklenmektedir.”