Fotoğraf: Kushtrim Haxha/DokuFest

Söz verdiği şekilde bütün filmlerinin gösterimini ücretsiz bir şekilde sağlayan Žilnik 2019 yılında Lumbardhi’de retrospektifini yapmamızı sağlamış iki gün Prizren’e gelmiş ve sinemaseverler ile görüşüp, konuşma yapmıştı. 

Usta yönetmen bu sene de Lumbardhi Vakfının 70’inci yıldönümü dolayısıyla Dokufest ile birlikte düzenlenen LXX 70’inci yıl Film Programı kapsamında Dokufest’te gösterimi gerçekleştirilen Rani Radovi (Erken Dönem Eserler – 1969)  filmi için Prizren’e geldi. Lumbardhi sinemasının karşısındaki köftecide gördüğümde yanına yaklaştım ve röportaj yapma konusunda anlaştık. Film gösteriminden sonra buluştuk. Kendisine bu gelişinin üçüncü gelişi olduğunu hatırlatıp festivali, Prizren’in değişimini nasıl gördüğünü, yorumlamasını istedim.

“Çok çok değişti” dedi biraz düşünerek ve sonra “Ben ilk defa Veton’la (Nurkollari) Zagrebdox’ta tanıştım. O dönemde işin başındaydı ve kendisi de başarıp başaramayacağı konusunda ikilemdeydi. Ama şimdi Veton’un dışında da tanıdığım eğitimli kişiler var. Bölgesel ve uluslararası temasları güçlü olan kişilerden oluşan bir ekip var. Bir de sizde yerel kurumların festivali desteklediğini, halkın da kenetlendiğini görüyorum ki bu çok önemli bir unsur. Bütün bunların birleşimi de festivalin doğru bir yolda gitmesini, bölgenin en önemli festivallerinden biri olmasını sağlıyor”. 

Evet, Dokufest 2 sene süren pandemi sürecinde bütün etkinlikler gibi organizasyonu biraz sekteye uğramış bu seneden itibaren tekrar eski atmosferine dönmüştü. Ben bir yandan günümüzde filmlerin çekim süreçleri, seçim süreçleri alternatif film gibi konuları düşünürken bir yandan da Žilnik’in filmlerini aklımda canlandırıyordum. Žilnik 1960’lı yılların sonunda ve 1970’li yılların başında çektiği filmlerde Yugoslavya’daki sosyal problemlere değinmiş, bir süre sonra rejimin baskısı ile yurtdışına çıkmış, Almanya’ya yerleşmişti. Almanya’da özellikle göçmen işçilerin sorunlarına değinen filmler çeken Žilnik bir süre sonra Almanya rejiminin de gözüne batmış ve Freiwilige Selbskontrolle adında “gönüllü özkontrol” anlamına gelen bir çeşit sansüre tabi kalmıştı. 90’lı ve 2000’li yıllarda da göçmen krizleri ve neoliberal politikalar sonucu ortaya çıkan gelir adaletsizliği, sosyal devletin ortadan kalkması gibi konulara değinmişti. Film anlatısını nasıl inşa ettiğini merak ediyordum.  

Fotoğraf: Kushtrim Haxha/DokuFest

“Ya şöyle her yönetmen kendi içinde yaşar ve etrafındaki şartlara göre konum alır. Çok muhteşem komedi filmleri, fantastik, aşk filmleri vardır. Yani filme, sanat üretimlerine baktığımızda bu üretim çok farklı türleri içinde barındırıyor. Ve şimdi, sosyal içerikli filmler benim de ilgi alanıma giren, dikkatimi çeken bir tür idi. Ama tabi ben film sanatında bunun en önemli unsur olduğunu ileri sürmüyorum. Ama beni ilgilendiren, daha çok ekonomik ve siyasi faaliyetlerin bize, hayatımıza, etrafımıza olan etkilerine dair temaları seçiyorum”. 

Mesela Brooklyn Gusinje filmini çekmeme vesile olan motif şuydu. Yıl 1987 idi ve biz artık Tito gibi bir yöneticiden sonra daha katılımcı bir sistemde yaşamaya başlamıştık. Yani Tito kadar otorite sahibi biri yoktu bizi yöneten. O dönemde Belgrad ve Zagreb’te bizim demokratik bir sosyalizmi inşa ettiğimize dair bir inanç vardı. Ama tam o esnada bürokraside bazı dinamikler sistemi tekrar dogmatizm ve saire unsurlarla dönüştürmeye çalışıyordu. Böylece o dönemde Arnavut kimliği bunlar tarafından yavaş yavaş “yerli düşman” olarak inşa edilmeye başlanmıştı. Ve bu benim için çok tuhaftı, çünkü biz hepimiz Kardeşlik Birlik ideolojisinde yaşamıştık. Ve etnisitelere dair çok detaylıca belirlenmiş kanunlar ve açıklamalar mevcut idi. Anayasa ile güvence altına alınmış idi. Ve ben bu atmosferde produktörüme gittim ve New York’a göçmen işçi olarak en fazla giden insanlar hangi bölgedendir diye sordum. O da araştırdıktan sonra Gusinje dedi. Gusinje’de Arnavut ve Boşnakların yaşadığını biliyordum. New York’a mı gitmek istiyorsun diye sordu. Yok New Yorka’a bir kaç defa gittim ama Gusinje olabilir dedim. Gusinje’de ilk olarak berbere gittim, o esnada etrafı dinliyordum. Bu da benim film çekme yönetemimdir. Etrafta “işte amcam oğlu 15 gün sonra dönecek”, “evlenmek için geliyor” gibi cümlelerin kurulduğunu gördüm. Ben de orda Brooklyn Gusinje filminin senaryosunu yavaş yavaş oluşturdum. Ve aslında ne kadar birbirimize benzediğimize, ama bazen yanlış inşaalar olabileceğini anlatan bir film çekmeye karar verdim. Bütün kasaba yardımcı oldu. Ben birkaç günde ekibi topladım ve gerçekten o filmi çok rahat bir ortamda çektik, tamamladık. Belgrad’a döndüğümüzde montajı yaptık ve birden gösterdik. O dönemde film çok olumlu eleştiriler aldı, en büyük gazeteler olumlu değerlendirmeler yaptı. Yani bir taraftan milliyetçi politikalar gelişirken, Arnavutlar düşmanlaştırılırken diğer taraftan bir kesim özgürlükçü, demokratik bir sosyalizmin inşa edilebileceğine inanıyordu. Yani ortam hala ümitlenmek için uygundu. 

Fotoğraf: Kushtrim Haxha/DokuFest

Biraz da bölgenin geleceği üzerine düşüncelerini merak etmiştim. Daha bir kaç ay önce bir bölgesel toplantıya katılmış, ve yeni nesil Slovenlerle Hırvatlar, Sırpların bile aralarında İngilizce konuştuğuna tanık olmuştum. Ortak dil, ortak değerler, ortak kültür sanat yaşamı konusunda Žilnik acaba neler düşünüyordu ?

 “Evet yeni nesil Slovenler Sırpça bilmiyor ama Sırplar her geçen gün Slovenya’da çalışmaya başlayıp Slovence öğreniyor” dedi ve devam etti. “Yugoslavya maalesef ortadan kalkarken arkasında o kadar çok savaş suçlusu, katliam vesaire bıraktı ki, o sistemin inşa ettiği değerler bile değersiz görülmeye başlandı. Ancak şimdi kendine yetemeyen ve yüzünü Avrupa Birliği’ne dönmek zorunda kalan bir sürü küçük bağımsız devlet ortaya çıktı. Slovenya, Hırvatistan, Makedonya vesaire. Yani nihayetinde şunu diyebilirim, Yugoslavya projesi maalesef burada öldü. Ve onun restore edilmesi, gerçekçi değil. Ancak bu yeni çağdaş iletişim kanallarının kurulmayacağı anlamına gelmiyor. Yeni dinamikler var, mesela artık Romanya, Macaristan, Hırvatistan Sırbistan birbirlerinin yazarlarının eserlerini okuyorlar, bölgesel bir farkındalık mevcut. Benim düşüncem şu, Yugoslavya ideası malesef yaşama alanı bulamadı, geri getirilemez bir proje. Belki de gerek yok. Ancak o modelin bütün halklar için faydalı olduğunu yavaş yavaş farklı ülkelerde yaşayan halklar görmeye başladılar. Ve maalesef bu sosyal değerleri önemseyen sistemin karşısında, bu küçük bağımsız ülkelerin içinde peydahlanmış olan bir takım kriminel yapılar, mafyatik siyasi ilişkiler bulunuyor. Asıl mücadele edilmesi gereken kesim bu kriminel gruplar ve inşa ettikleri anlayış. Ki bana göre Yugoslavya’yı yok eden de bu kriminel yapılar idi”. 

80 yaşındaki delikanlı, ümitliydi. Her zaman olduğu gibi verdiği cevaplar ile yeni sorular yaratmıştı. Strumica’dan Prizren’e gelmiş, bir sonraki gün Tiran’a geçip, sonrasında Kotor’da etkinliklere katılacaktı. Bize düşen de kendisini daha fazla yormamak olmalıydı.

Röportaj: Bengi Muzbeg

© PRIZMA MEDIUM