Thomas Robert Malthus. Mezzotint: John Linnell, 1834.

✎ Şeyma Celina Suroy

1766-1834 yılları arasında yaşamış İngiliz İktisatçı Robert Thomas Malthus’un teorisi en genel tanımıyla, gıda üretimindeki artışın, nüfus artışından daha yavaş olacağını ve buna bağlı olarak yaşam refahının düşeceğini öne süren teoridir. Teoriye göre insan nüfusu, var olan gıda kaynaklarına göre geometrik bir şekilde (2, 4, 8, 16, 32…) çok daha hızlı artarken, gıda kaynakları aritmetik yani ‘lineer’ (1, 2, 3, 4, 5…) artış içindedir. Başlangıç noktasından bağımsız olarak, bu iki eğri sonunda kesişecek ve gıda kaynakları ulaşılamaz hale gelecek. Gıda kaynaklarının az olması durumunda sefalet kaçınılmaz olacak, toplumun dar gelirli kesimi onlara erişemeyecek ve hayata veda edecek. Yani güçlü olan hayatta kalacak, güçsüz olan elimine olacak ve denge ancak bu şekilde korunacaktır. 

Malthusçuluk kuramına göre, nüfus artışı geçim kaynakları düzeyini aştığında “olumlu kontroller” (“positive checks”) meydana gelecektir. Tarih boyunca ortaya çıkan açlıklar, salgınlar ve savaşlar bu dengesizliği ortadan kaldıran olumlu tedbirlerden bazıları Malthus’a göre. Salgınlar ve açlık ortaya çıktığında yine en güçlü, dayanıklı veya bağışık olanlar hayatta kalacaktır.

Malthus, sefaleti ve açlığı insanın kaçınılmaz kaderi olarak gören kötümser bir ekonomistti. Malthus’un 18. yüzyılın sonlarında ortaya attığı bu “Nüfus Teorisi” her ne kadar kötümser ve korkunç bir görüş olsa da, ortaya atıldığı dönemde önemli yankılar uyandırmış ve bir çok ekolog, biyolog, ekonomist ve devlet adamını etkilemiştir. Charles Darwin’de bunlardan biriydi. 1838’de Malthus’un Nüfus Prensibi Üzerine (An Essay on The Principle of Population) kitabını okuduğunu ve “doğal seleksiyon” fikirlerinin oluşumunda bu kitabın etkili olduğunu kendi yaşam öyküsünde belirtmişti. Malthus’un Darwin’in düşüncesinde ne kadar etkili olduğu tartışmalı bir konu olsa da, toplumdaki mücadeleye bakışının Darwin’in doğadaki mücadelenin önemini anlamasını sağladığına şüphe yok.

Aradan geçen zaman içinde Malthus’un teorisinde pek de haklı çıkmadığı görüldü. Ekonomiler hızlıca büyümeye, teknoloji ve sanayi gelişmeye, gıda üretiminde çok farklı teknolojiler kullanılmaya başladı. Bunun sonucunda nüfus artış hızı Malthus’un geometrik artış beklentisinin altında kalmış ve Malthusçuların 20. yüzyıl için öngördükleri aşırı nüfus artışı sonucu sefalet ve kriz yaşanmamıştır. Durum böyle gelişince de Malthus’un kendisi pesimist bir iktisatçı, teorisi de karamsar ekonomi teorilerinden birisi olarak tarihte yerini aldı. Ancak Malthus’un tezine farklı perspektiflerden bakmak ve daha iyi bir gelecek için neler yapabiliriz sorusuna yanıt bulmak gerekiyor.

10 bin yıl kadar önce gerçekleşen Tarım Devrimi’nin başlangıcında yeryüzünde insan nüfusunun 5 milyon olduğu tahmin ediliyor. Malthus tezini ortaya attığında ise dünyada nüfus 1 milyara yakındı. O dönemde doğa, bugünkü gibi tahrip edilmemiş ve yerleşim yerleri bu kadar yoğunlaşmamıştı. Bugün nüfus 7.7 milyara yani Malthus’un yaşadığı dönemdeki nüfusun 6.7 kat fazlasına yükselmiş bulunuyor. Bu dönemde gıda ürünleri üretimi de çok daha hızlı artmış görünüyor. Ancak bu üretimde ki artış dünyanın yapısını bozacak, doğayı kirletecek, gıdaların yapısını değiştirecek, gelecek kuşakların yaşam koşullarını zorlaştıracak bir biçimde ilerliyor. Öte yandan, Birleşmiş Milletler Nüfus Bölümü’nün modellemelerine göre, insan nüfusunun 2050 yılına kadar 10 milyar civarında sabitleneceği öngörülüyor. 

Bugünün global, post-endüstriyel ve postmodern kapitalist dünyasında nüfus artışı her ne kadar önceki dönemlere göre yavaşlamış olsa da hala artmaya devam ediyor. Kullanılan teknoloji nedeniyle gıda üretiminde artış olmasına rağmen, su, toprak, maden, fosil kaynaklar, bitkiler, hayvanlar ve yeryüzünün daha bir sürü doğal kaynağı hızla tükenmekte. Böylesine bir durumda tarım ne kadar endüstriyelleşmiş olsa da sonuç değişmiyor.
Nüfus baskısı, kıtlık, doğal kaynakların azalması, salgın hastalıklar, iklim değişikliğinin getirdiği kuraklık ve dolayısıyla açlık, çatışmaların ve günümüzde bir sürü ülkede oluşan sığınmacı krizinin ortaya çıkmasına veya tam tersi çıkan çatışma ve savaşlar kıtlık, açlık, hastalık ve sefalete yol açıyor. 1.4 milyarlık nüfusa sahip Çin’den tüm dünyaya yayılan Covid-19 salgını da buna bir örnek. İnsan nüfusunun katlanarak artması, doğaya yaptığı baskı sonucu hayvanların yaşam alanlarını yok etmesi, doğayı sonuna kadar sömürmesi ile hayvanlarda bulunan virüsler kolayca insanlara sıçrayıp salgın hastalıkların patlamasına neden oluyor. Bu durum da acaba Malthus haklı mıydı sorusunu beraberinde getiriyor.  

Doğanın tahribi, ekolojik dengenin bozulması, karbon salınımının hızla artması, yanlış tarım uygulamaları, çarpık kentleşme ve dünyanın geri dönüşü olmayan tehlikeli bir durumda olması bilim insanları tarafından da doğrulanan bir gerçek. Ülkeler tarafından izlenilmesi beklenen politikaları söylemeye bile gerek yok çünkü bu politikalar çok olasılık dışı. Sermaye için sermaye ve sürekli artan tüketim ihtiyacı durumuna ek olarak kapitalist mantık gereği ülkelerin durmadan büyümesi gerekliliği ve bunların sonucunda da isteklerin ihtiyaçmış gibi insanlara empoze edilmesi de tüm bu sorunların kaynağını oluşturmakta. Asıl mesele bu tüketim sarmalından nasıl çıkılacağı ve bilime kulak veren politikaların ne zaman uygulanacağı.

© PRIZMA MEDIUM